* Bir işlemin herhangi bir yönden yasalara ve hukuk kurallarına aykırı görülerek iptal edilmiş olması başlı başına manevî tazminat sorumluluğunun varlığını kabule yetmez. Olağan nitelikteki hukuka aykırılıkların (içtihat hatalarının) manevî tazminat sorumluluğuna yol açtığından bahsedilmesine imkân bulunmamaktadır. İdarenin manevî tazminat sorumluluğundan bahsedilebilmesi için, saptanan hukuka aykırılığın bir dereceye kadar ağır ve önemli olması ve içtihat hatasına dayanmaması gerekmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi, davacının manevî zarara uğradığını iddia ettiği işlemin salt Mahkemece iptal edilmiş olmasının, davacının uğradığını ileri sürdüğü manevî zararın idare tarafından tazminine karar verilmesi için yeterli bulunmamaktadır. Bu durumda, davacının kamu görevinden çkartılmasına ilişkin işlemin de, davalı idare tarafından davacının maddi ve manevi zarara uğratılması, davacıya elem ve ızrırap yaşatılması kastı ve maksadıyla yapılan bir işlem olmadığı, idarenin değerlendirme hatasına düşerek tesis ettiği bir işlem olduğu ve bu duruma göre idarenin hizmet kusurunun varlığından söz edilemeyeceği değerlendirildiğinden, bakılan davada manevî tazminata hükmedilmesi koşullarının oluşmadığı kanaatine varılmakla, manevi tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. (Erzurum Blg.İd.Mah.1.İd.Dava D.2023/893 E-2024/260 K)
* Öncelikle bir ekonomik değer ifade eden tazminat alacağının mülkiyet hakkının konusunu teşkil edebileceğinde bir tereddüt bulunmamaktadır. Somut olayda tartışma konusu olan başvurucunun bu tazminat alacağının varlığını kanıtlayıp kanıtlayamadığı hususudur. Başvurucunun açtığı tazminat davası reddedildiğine göre mevcut bir mülkün varlığından söz edilemez. Ancak başvurucunun bu alacağı elde etmeye yönelik somut bir temele dayalı meşru beklentisinin olup olmadığı da belirlenmelidir.
Anayasa Mahkemesi yukarıda da değinildiği üzere meşru beklentinin tespiti bakımından başvurucunun talebini bir kanun hükmüne veya yerleşik bir yargısal içtihada dayandırmasını beklemektedir. Diğer bir deyişle ancak böyle bir somut temelin varlığı hâlinde meşru beklentinin varlığından söz edilebilecektir (yargı kararına dayalı olarak meşru beklentinin kabul edildiği karar için bkz. Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, §§ 55-59; buna karşılık böyle bir somut temel olmadığı için meşru beklentinin mevcut olmadığının tespit edildiği karar için bkz. Mehmet Şentürk, §§ 40-54).
Somut olayda ise başvurucunun mayın patlaması sonucu yaralandığı ve %65 oranında çalışma gücü kaybına uğradığı kamu makamlarınca tespit edilmiş durumdadır. Başvurucunun efor kaybı tazminatı talebi ise derece mahkemelerince reddedilmiştir. Bununla birlikte Danıştay Onuncu Dairesinin yerleşik içtihadına göre kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi efor kaybı tazminatı diye tanımlanan tazminatın ödenmesi gerektiğinin kabul edildiği görülmektedir. Buna göre beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı görevi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla efor sarfıyla yaptığı vurgulanarak kişinin bu zararını bizzat kendisinin daha fazla bir güç harcayarak gidermiş olması nedeniyle ilgili idarenin tazmin sorumluluğuna gidildiği anlaşılmaktadır (bkz. §§ 20-23).
Dolayısıyla mayın patlaması sonucu yaralanan başvurucunun uğradığı efor kaybı zararının tazmini bakımından yerleşik Danıştay içtihadına dayalı Anayasa’nın 35. maddesi anlamında meşru bir beklentisinin mevcut olduğu kabul edilmelidir.
Başvuru konusu olayda terör örgütü mensuplarınca döşenen bir mayının patlaması sonucu yaralanan başvurucunun bu olay nedeniyle efor kaybına uğradığı tespit edilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun belirtilen maddi zararı yönünden mülkiyet hakkına yönelik olarak kamu makamlarınca doğrudan yapılan bir müdahale mevcut değildir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi daha önce pek çok kararında kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklarda dahi devlete düşen pozitif yükümlülükler olduğunu kabul etmiştir (Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, § 34; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 44; Selahattin Turan, B. No: 2014/11410, 22/6/2017, §§ 36-41).
Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (Eyyüp Boynukara, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., § 44).
Ancak hemen belirtmek gerekir ki bazı durumlarda devletin pozitif ve negatif yükümlülüklerinin birbirinden ayrılması da mümkün olamamaktadır. Üstelik devletin ister pozitif isterse de negatif yükümlülükleri söz konusu olsun, uygulanacak ilkeler de çoğunlukla önemli ölçüde benzeşmektedir (Hesna Funda Baltalı ve Baltalı Gıda Hayvancılık San. ve Tic. Ltd. Şti. [GK], B. No: 2014/17196, 25/10/2018, § 70).
Devletin pozitif yükümlülükleri, mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere karşı usule ilişkin güvenceleri sağlayan yargısal yolları da içeren etkili hukuksal bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu hukuksal çerçeve kapsamında yargısal ve idari makamların bireylerin özel kişilerle olan uyuşmazlıklarında etkili ve adil bir karar vermesini temin etme sorumluluklarını da içermektedir (Selahattin Turan, § 41).
Mülkiyet hakkının usule ilişkin güvenceleri hem özel kişiler arasındaki mülkiyet uyuşmazlıklarında hem de taraflardan birinin kamu gücü olduğu durumlarda geçerlidir. Bu bağlamda mülkiyet hakkının korunmasının söz konusu olduğu durumlarda usule ilişkin güvencelerin somut olayda sağlandığından söz edilebilmesi için derece mahkemelerinin kararlarında konu ile ilgili ve yeterli gerekçe bulunmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki bu zorunluluk davacının bütün iddialarına cevap verilmesi anlamına gelmemekle birlikte mülkiyet hakkını ilgilendiren davanın sonucuna etkili esasa ilişkin temel iddia ve itirazların yargılama makamlarınca özenli bir şekilde değerlendirilerek karşılanması gerekmektedir (Kamil Darbaz ve Gmo Yapı Grup End. San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2015/12563, 24/5/2018, § 53).
Başvurucu … İl Sağlık Müdürlüğü Sıtma Savaş biriminde sıtma işçisi olarak görev yapmakta iken terör örgütü mensuplarınca döşenen bir mayının patlaması sonucu yaralanmıştır. Başvurucunun %65 oranında çalışma gücü kaybına uğradığı sağlık kurulu raporu ile tespit edilmiştir.
Başvurucu efor kaybına uğradığını belirterek tazminat talebinde bulunmuş ancak açtığı davada ilk derece mahkemesi başvurucunun olaydan sonra da aynı birimde ve aynı unvanla çalıştığı gerekçesiyle talebi reddetmiştir. Bu karar Danıştay Dairesince onanmış ve karar düzeltme talebinin reddiyle birlikte kesinleşmiştir.
Bununla birlikte yukarıda da değinildiği üzere Danıştay Dairesinin diğer kararlarında kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle beden gücü kaybına bağlı olarak gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi efor kaybı tazminatı olarak adlandırılan tazminatın ödenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Buna göre Danıştay Dairesince kamu görevlilerinin, görevlerinin neden ve etkisinden kaynaklanan efor kaybına dayanan maddi tazminat istemlerinin, kararlarda belirtilen ilkeler çerçevesinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle hesaplanıp karara bağlandığı görülmektedir (bkz. §§ 20-23).
Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasına ilişkin Osman Konuktar başvurusunda derece mahkemelerince ulaşılan sonucun başvurucunun fiziksel bütünlüğünü korumak bakımından etkisiz kaldığı, ihlalin tespiti ve giderilmesi için devletin etkin yargılama mekanizması kurma ve adil bir şekilde yargılamayı yürütmeye ilişkin pozitif yükümlülüğü açısından Anayasa’nın koruması kapsamındaki hak için öngörülen standartlara uygun bir denge sağlanmadığı sonucuna ulaşmıştır (Osman Konuktar, §§ 36-48).
Bu durumda mayın patlaması sonucu yaralanan başvurucunun yerleşik yargısal içtihada dayalı olarak meşru beklenti teşkil ettiğini gösterdiği efor kaybı tazminatı talebinin reddedildiği olayda derece mahkemelerinin davanın reddine ilişkin gerekçelerinin konu ile ilgili ve yeterli olmadığı anlaşılmakla mülkiyet hakkının pozitif yükümlülükleri çerçevesinde etkili ve adil bir karar verme yükümlülüğünün yerine getirilmediği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. (Anayasa Mahkemesinin 2015/9815 sayılı bireysel başvuru kararı)