TSK Disiplin Kanununun 5’inci maddesinde; herhangi bir fiilden dolayı ilgili hakkında adli soruşturma ve kovuşturma yapılmasının; aynı fiilden dolayı, ayrıca, disiplin soruşturması ve tahkikat yapılmasını, disiplin cezası verilmesini ve bu cezanın yerine getirilmesini engellemeyeceği hüküm altına alınarak; disiplin ve ceza hukukunun birbirinden bağımsız olarak tatbik olunması kabul edilmiştir.
Herhangi bir fiilden dolayı hakkında adli kovuşturma veya soruşturma yapılan bir personel hakkında, aynı fiilden dolayı disiplin soruşturması yapılabilmekte ve ceza verilebilmektedir. Bir fiilin ceza hukuku kapsamında suç teşkil etmesi ayrı bir şey, disiplin hukuku bakımından ceza verilmesi ayrı bir şeydir. Bu durum bir suçtan dolayı birden fazla ceza verilmemesi ilkesine de ters düşmemektedir.(Anayasa Mahkemesinin 2015/68 E-2017/166 K sayılı somut norm denetimi kararı)
TSK personeli, mevzuatta yer alan hukuk kuralları ile bağdaşmayan eylem gerçekleştirdiği takdirde hem cezai işleme hem de disiplin işlemine aynı anda maruz kalabileceği gibi yalnızca birine de maruz kalabilir. Bugün örneğin başka bir asker kişiye karşı müessir fiil eylemi gerçekleştiren bir kişi hem asta müessir fiil/üste fiilen taarruz ya da kasten yaralama suçlarından birini işlemiş olarak ceza yargısına tabi olacak ve hem de bu eylemi nedeniyle disiplin hukuku uyarınca (kavga etmek disiplinsizliği) disiplin cezası alabilecektir. Buna karşın izinsiz olarak garnizonu terk etmek ise ceza yargısına konu edilemeyen sadece disiplin hukuku tarafından yaptırıma bağlanmış bir disiplinsizlik olarak karşımıza çıktığından izinsiz olarak garnizonu terk etmek eyleminin cezai anlamda bir yaptırımı olmayacak yalnızca disiplin hukuku yönünden bir yaptırım söz konusu olacaktır.
Ceza soruşturması ve kovuşturması tamamlanmadan ve kişi hakkında kesin bir mahkumiyet hükmü olmadan ya da mahkumiyet dışında bir kararla sonuçlanan ceza soruşturması veya kovuşturmasına rağmen disiplin hukuku kapsamında işlem yapılması ve disiplin cezası verilmesi bazı usul ve esaslara riayet edilmesi kaydıyla tek başına masumiyet karinesini ihlal olarak da nitelendirilemez. Anayasa Mahkemesi de bu görüştedir. (Anayasa Mahkemesinin 02/07/2020 tarihli ve 2016/13566 başvuru nolu bireysel başvuru kararı)
Disiplin soruşturması neticesinde verilen karar ceza soruşturmasını/kovuşturmasını bağlamadığı gibi ceza soruşturmasında/kovuşturmasında verilen kararlar da disiplin soruşturmasını bağlamaz. Ancak yapılan yargılama neticesinde kişinin isnat edilen suçu işlemediği sabit bulunarak beraat kararı verilmesi hallerinde bu karar disiplin soruşturması için bağlayıcıdır. Olayın gerçekleşmediğine veya söz konusu kişi tarafından gerçekleştirilmediğine ilişkin ceza mahkemesi kararı da disiplin soruşturması için bağlayıcıdır. Bunun dışında verilen beraat kararları veya ceza verilmemesine ilişkin kararlar (delil yetersizliği, suçun kanuni unsurlarının oluşmaması sebebiyle ceza verilmemesi vb.) disiplin soruşturması bakımından bağlayıcı değildir. Zira kişiye ceza kanunları gereğince ceza verilmesine yetecek derecede delil bulunmaması halinde verilen bir beraat kararına ilişkin olayda toplanan deliller idarenin disiplin cezası vermesine yeterli görülerek disiplin cezası verilebilmektedir. Danıştay da aynı görüştedir. (Danıştay 12.D.2021/ 795-291 E-K)
Disiplin soruşturmasında karar verilebilmesi için cezai soruşturma/kovuşturmanın sonucunun beklenmesi gerekmez. Ancak bazı hallerde sağlıklı karar verilebilmesi için ceza soruşturması/kovuşturması beklenebilir. Ancak bu halde zamanaşımına dikkat edilmelidir. Danıştay’ın bazı kararlarında disiplin cezasıyla cezalandırılmaya neden olan disiplinsizliğin/disiplin suçunun, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış olması durumunda (örneğin disiplinsizliğin adı ceza kanunlarında tanımlanan zimmet, rüşvet vb.ise) kamu görevlisinin bu suçu işleyip işlemediğinin ancak ceza mahkemesince verilecek karar sonucunda belirlenebileceği gerekçesiyle ceza davasının nihai beklenmesini aradığı görülmektedir.
Adli ve idari işlemin aynı olayda ayrı ayrı tesis edilmesi “aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz” ilkesini ihlal etmez.
* Hukuk devleti ilkesi ve ceza hukukunun temel ilkeleri arasında yer alan “aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz {ne bis in idem)” ilkesi gereğince, kişi aynı eylem nedeniyle birden fazla yargılanamaz ve cezalandırılmaz. Ancak bu ilke mutlak olmayıp konu bakımından birbirine benzeseler dahi aynı fiilin ayrı hukuk disiplinleri kapsamında farklı şekillerde mütalaa edilmesi mümkündür. Bir fiilin farklı hukuk disiplinlerince yaptırıma bağlanması hukuk devleti ve “aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz” ilkesine aykırılık teşkil etmez. Bu bağlamda asker kişilerin gayrî tabiî mukarenette bulunmalarından dolayı 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu gereğince disiplin soruşturmasına ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu gereğince cezaî soruşturmaya tâbi tutulmaları aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz ilkesine aykırılık teşkil etmemektedir.(Anayasa Mahkemesinin 2015/68 E-2017/166 K sayılı somut norm denetimi kararı)
Ceza yargılamasında beraat eden kişiye disiplin cezası verilmesi, masumiyet karinesi
* Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar. Güvencenin bu boyutunun kapsamı sadece ceza yargılamasını yürüten mahkemeyle sınırlı değildir. Güvence aynı zamanda diğer tüm idari ve adli makamların da işlem ve kararlarında, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kişinin suçlu olduğu yönünde ima ya da açıklamalarda bulunmamasını gerekli kılar. Dolayısıyla sadece suç isnadına konu ceza yargılaması kapsamında değil ceza yargılaması ile eş zamanlı olarak yürütülen diğer hukuki süreç ve yargılamalarda da (idari, hukuk, disiplin gibi) masumiyet karinesinin ihlali söz konusu olabilir. Güvencenin ikinci boyutu ise ceza yargılaması sonucunda mahkûmiyet dışında bir hüküm kurulduğunda devreye girer ve daha sonraki yargılamalarda ceza gerektiren suçla ilgili olarak kişinin masumiyetinden şüphe duyulmamasını, kamu makamlarının toplum nezdinde kişinin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak işlem ve uygulamalardan kaçınmasını gerektirir. Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir. Bununla birlikte masumiyet karinesinin ikinci boyutuna ilişkin güvencelerin uygulanabilmesi, kişinin hâlihazırda suç isnadı altında bulunmasını zorunlu kılmamaktadır. Ancak ceza yargılamasının sonuçlanmasından sonra başlayan veya ceza yargılaması henüz sonuçlanmadan başlasa bile ceza yargılamasının kesinleşmesinden sonra da devam eden medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda masumiyet karinesinin uygulanabilmesi için başvurucunun söz konusu medeni yargılama ile hakkında yürütülen ve sona eren ceza yargılaması arasında bağlantı bulunduğunu göstermesi gerekmektedir. Medeni hak yargılamasında, ceza yargılamasında verilen kararın sonucunun dikkate alındığı ve değerlendirildiği veya ceza dosyasında yer alan delillerin irdelendiği ya da başvurucunun hakkındaki suçlamayı doğuran olaylara dahli ile ilgili irdelemelerde bulunulduğu veyahut başvurucunun muhtemel suçluluğuyla ilgili yorum yapıldığı hâllerde söz konusu bağlantının var olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte hukuk yargılaması ile ceza yargılaması arasındaki bağlantının varlığına işaret eden olguların tüketme yoluyla sayılmasının mümkün olmadığı, bunların kararların verildiği yargılamaların türüne ve içeriğine göre değişebileceği kabul edilmelidir. Ancak bağlantının varlığı değerlendirilirken kararda kullanılan dilin kritik öneme sahip olacağı vurgulanmalıdır. Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır (AYM, E.2013/133, K.2013/169). Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz. Bununla birlikte Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla hem zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mani oluşturmaz. Bu bağlamda beraat eden kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir. Cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. İdari makamlarca veya mahkemelerce salt bir kimsenin suç isnadı altında olduğunun ifade edilmesi masumiyet karinesini zedelemez. Bu bakımdan kişinin suç isnadı altında olduğunun belirtilmesi ile hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı bulunmadığı hâlde onun mahkûm olduğunun kesin bir dille ifade edilmesi veya bu yönde kanaat oluşmasına yol açacak nitelikte açıklamalarda bulunulması arasındaki ayrıma özen gösterilmelidir. İkincisi masumiyet karinesinin ihlaline yol açarken ilki kural olarak masumiyet karinesi yönünden bir sakıncaya neden olmayabilir. Disiplin suçuna ve ceza yargılamasına konu eylemlerin aynı olduğu hâllerde disiplin soruşturmasıyla ilgili uyuşmazlıklara bakan idari mahkemelerin fiilin sübutuyla ilgili olarak ceza mahkemesinin ulaştığı kanaate saygı göstermesi ve bunu sorgulayacak ifadeler kullanmaması beklenir. Aksi takdirde kişinin ceza mahkemesinde beraat etmiş olmasının bir anlamı kalmaz. Bu bakımdan idari mahkemeler dâhil devletin diğer otoritelerinin beraat kararından şüphe duyulmasına yol açacak biçimde hareket etmekten kaçınmaları gerekir. Ceza yargılaması sonucunda delil yetersizliği gerekçesiyle beraat eden başvurucunun kendisine suçlu muamelesi yapılmadan, disiplin kurallarına aykırı eylemi usule uygun bir şekilde tespit edildiği takdirde idari yaptırıma tabi tutulması mümkündür. Bu bağlamda başvurucunun yukarıda aktarılan ilkeler çerçevesinde disiplin süreci nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilebilmesi adına adli ve idari makamların kendi görev sınırlarını aşarak başvurucuyu suçlu ilan edip etmediği, disiplin hukuku ilke ve kuralları içinde kalınarak değerlendirme yapılıp yapılmadığı ve kullanılan dil itibarıyla başvurucunun masumiyeti üzerine gölge düşürülüp düşürülmediği açıklığa kavuşturulmalıdır. Somut disiplin sürecine bakıldığında nihai işlem olan 3/3/2010 tarihli Yüksek Disiplin Kurulu kararında ayrıntılı bir değerlendirme bulunmaktadır. Bu değerlendirmede soruşturma sürecinde alınan ifadelere, ceza kovuşturması sürecinde yapılan bazı tespitlere ve başvurucunun savunması gibi delillere yer verilmiştir. Yargı sürecinde de işlemin hukuka uygun olduğu sonucuna ulaşılırken ” .. dava dosyasına sunulan belgeler ile sabit olan bir tatil günü mesai saati sonrasında hakkında gizlilik kararı alınmış bir soruşturma dosyasını hakimin odasından alarak adliyeye yakın bir kırtasiyede fotokopisini çektirmek suretiyle bir örneğini şüphelinin avukatına verme fiilinin 657 sayılı Kanunun 125. maddesinin E bendinin (g) alt bendinde belirtilen ‘Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak’ fiili kapsamında olduğu açık olup… ” ifadeleri karar gerekçesinde yer almıştır. Kullanılan ifadelere bakıldığında ceza mahkemesi kararında ulaşılan sonucun tartışmaya açılmasının yanında kararı okuyanlarda başvurucunun üzerine atılı suçu işlediği izleniminin oluşmasına sebebiyet verildiği görülmektedir. Bu durumda beraat kararı anlamsız hâle gelmiş ve başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmüş; öte yandan iki yargı kolu arasında başvurucunun gizliliğin ihlali suçunu işleyip işlemediğiyle ilgili olarak çelişkili kararların ortaya çıkmasına sebep olunmuştur. Dolayısıyla masumiyet karinesinin ikinci boyutu ihlal edilmiştir.”(Anayasa Mahkemesinin 02/07/2020 tarihli ve 2016/13566 başvuru nolu bireysel başvuru kararı)
*Somut olayda, başvurucu hakkındaki ceza ve disiplin hukuku süreçlerinin eş zamanlı olarak yürütüldüğü ancak disiplin işlemine karşı açılan iptal davasının ceza yargılaması devam ederken sonuçlandığı, bu duruma ek olarak 29/4/2013 tarihli iddianame kapsamında yürütülen ceza davasının ise bireysel başvurudan sonra 12/10/2018 tarihinde beraat ile sonuçlandığı görülmektedir. Bu itibarla yapılacak değerlendirmede, disiplin soruşturması ve yargılaması sürecinde kamu makamlarının karar gerekçelerinde veya kullandığı dil nedeniyle henüz ceza mahkemesi tarafından suçlu bulunmamış olan başvurucunun masumiyetine gölge düşürülmesine sebebiyet verilip verilmediğinin ortaya konulması gerekmektedir. AYİM kararının incelenmesinden başvurucu hakkında yalnızca 29/4/2013 tarihli iddianamenin dikkate alınmadığı, başvurucunun özlük ve sicil dosyası ile 4/5/2012 tarihli iddianamedeki iddiaların da ayırma işleminin değerlendirilmesinde nazara alındığı açıktır. Gerekçeli kararda özellikle 29/4/2013 tarihli iddianamede hakaret suçuna konu olduğu ileri sürülen ifadeler yönünden yapılan değerlendirmede ilgili ifadelerin başvurucuya isnat edilen suçu oluşturup oluşturmadığı konusunda Mahkeme tarafından bir değerlendirme yapılmasından özellikle kaçınıldığı, bu hususta devam eden yargılama nazara alınarak son derece özenli bir dil kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla başvuruya konu AYİM kararında başvurucunun suçlu olduğuna yönelik bir ithamın bulunmadığı, suç vasfının ve mahiyetinin tartışılmadığı, yalnızca somut olayın işlem tarihindeki koşulları dikkate alınarak mevzuat bağlamında idari yönden değerlendirildiği ve tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu yönünde hüküm kurulduğu görüldüğünden bireysel başvuruya konu edilen AYİM kararında masumiyet karinesine yönelik bir müdahalenin bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.(Anayasa Mahkemesinin 19/11/2020 tarihli ve 2015/288 başvuru nolu bireysel başvuru kararı)
* Masumiyet karinesi, hakkında suç isnadı bulunan bir kişinin adil bir yargılama sonunda suçlu olduğuna dair kesin hüküm tesis edilene kadar masum sayılması gerektiğini ifade etmekte ve hukuk devleti ilkesinin de bir gereğini oluşturmaktadır. Anılan karine, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına almaktadır. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilemez; suçlu muamelesine tabi tutulamaz Bununla birlikte Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesi, ceza soruşturmasıyla eş zamanlı olarak kişi hakkında disiplin soruşturması yürütülmesine engel teşkil etmediği gibi hakkındaki ceza soruşturmasının kovuşturmaya yer olmadığı, beraat, düşme gibi mahkûmiyet dışındaki bir hüküm ile sonuçlanması kişiye disiplin yaptırımı uygulanmasına veya bu kişinin başka türlü sorumluluğuna gidilmesine de mâni oluşturmaz. Bu bağlamda beraat eden ya da hakkında HAGB kararı verilen kişi aleyhine disiplin soruşturması başlatılması ve kişiye disiplin cezası uygulanması -disiplin cezası ne kadar ağır olursa olsun- kişinin suçlu ilan edildiği hükmüne varılabilmesi için yeterli değildir. Aynı şekilde ceza yargılamasındaki delillerin disiplin soruşturmasında kullanılması da kendi başına masumiyet karinesini ihlal etmez. Aksi takdirde beraat kararına, mağdurların haksız fiil ve benzeri hukuki sebeplere dayanarak zararlarını gidermek için tazminat davası açma hakkını, idarenin de İdari düzeni sağlamak için disiplin cezası ve diğer idari tedbirleri uygulama yetkisini ortadan kaldıracak şekilde arzulanandan öte bir anlam yüklenmiş olur. Bu durum beraat eden kişi lehine amacından saptırılmış bir keyfîliğe yol açar. Aynı şekilde bu yaklaşım, beraat eden kişiye kendi fiilinin tazminat hukuku ile idare hukukuna ilişkin sonuçlarından da kaçınma avantajı sağlar. Anayasa’nın 36. maddesi veya başka herhangi bir maddesi masumiyet karinesinin bu şekildeki bir yorumuna geçerlilik sağlamamaktadır. Ceza muhakemesi hukuku ve disiplin hukuku farklı kural ve ilkelere tabi disiplinlerdir. Disiplin hukuku kurumun iç düzenini korumayı amaçlayan ve bunun için kamu görevlilerinin mevzuata, çalışma düzenine, hizmetin gereklerine aykırı fiillerine yönelik olarak uygulanacak yaptırımları ve bu yaptırımların uygulanmasındaki usul ve esasları düzenleyen bir hukuk alanıdır. Bazı hâllerde ise kamu görevlisinin fiili ceza hukuku kapsamında suç tanımına uymasının yanı sıra disiplin hukuku yönünden de sorumluluk gerektiren bir mahiyet taşıyabilir. Cezai sorumluluğunun bulunmadığı tespit edilmiş veya ceza sorumluluğu ortadan kalkmış olsa dahi aynı olaylar nedeniyle -daha hafif bir ispat külfeti temelinde- kişi hakkında başka tür bir sorumluluğun tesis edilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. Bu bağlamda ceza yargılamasına konu maddi olay ve olguların disiplin hukuku esasları çerçevesinde diğer kamu makamlarınca (idari/adli) ayrıca değerlendirilmesi ve bu değerlendirme sonucunda ulaşılacak kanaate göre işlem/karar tesis edilmesi mümkündür. (Anayasa Mahkemesinin 09/09/2020 tarihli ve 2016/10891 başvuru nolu bireysel başvuru kararı)
Disiplin cezasında HAGB suretiyle verilen karara atıf yapılması
* Davacı hakkında görevi kötüye kullanmak suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, hüküm niteliğinde olmadığından ve davacının lehine veya aleyhine bir sonuç doğurmadığından; idare mahkemesince, davacı ile ilgili görevi kötüye kullanmak suçundan mahkumiyet hükmü kurulmuş olması ifadesinin kullanılması masumiyet karinesini ihlal edecek nitelikte olmakla birlikte, ceza mahkemesi kararından bağımsız olarak dava dosyasındaki soruşturma raporu içeriği bilgi ve belgelere göre davacının üzerine atılı eylemlerin niteliği itibarıyla yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler olduğu, isnat edilen disiplin suçunun sübuta erdiği ve idarece yapılan işlemlerin hukuk ve usule uygun olduğu sonucuna varılmasında hukuki bir engel bulunmamaktadır.(Danıştay 12.D.2019/6127 E-2020/1314 K)
Ceza davasının disiplin hukukuna mutlak surette etki edeceği hal (disiplin suçunun Türk Ceza Kanununda açıkça tanımlanması)
* Uyuşmazlıkta davacının dava konusu disiplin cezasıyla cezalandırılmasına neden olan zimmet suçunun, Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanmış olması nedeniyle davacının bu suçu işleyip işlemediği ancak Ceza Mahkemesince verilecek karar sonucunda belirlenebileceğinden, anılan Mahkemece verilecek kararın bu davanın sonucunu etkileyeceği açıktır. Bu durumda, söz konusu ceza davasının nihai olarak sonuçlanıp sonuçlanmadığı hususunun araştırılması ve ceza yargılaması sonucunda verilecek nihai karar da göz önünde bulundurularak disiplin cezasına konu fiilin davacı tarafından işlenip işlenmediği ve Tüzük’te tanımlanan suç kapsamında olup olmadığı konusunda yeniden bir değerlendirme yapılarak karar verilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeksizin verilen temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir. (Danıştay 5.D.2018/4089 E-2020/5769 K)
* Danıştay Beşinci Dairesi’nin E:2019/2707, K:2020/1600 sayılı kararında vurgulandığı üzere, dava konusu disiplin cezasına dayanak alınan suçun 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda açıkça tanımlanması ve ceza yargılamasına konu edilmesi nedeniyle, davacının bu fiili işleyip işlemediği ancak ceza mahkemesince verilen kararın kesinleşmesi sonucunda belirlenecektir (Ankara Blg.İd.Mah.2.İd.Dava D.2020/1904-1817 E-K)